316. Gün (Bugün
Bir Yalnızlığa Düştüm Yine…)
Bugün bir yalnızlığa düştüm yine…
Başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım. Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi (beni iç) diye fısıldıyordu, (beni iç) sonra yalvarmaya başladı: (ne olur) dedi (ne olur haydi iç beni.) bir bardak doldurdum, tepeme diktim. Şişe rahatladı, sustu.
Hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum. Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin, onu hatırladım. Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşı karşıyaydık. Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. Gözlerim gözlerine soruyordu. (seviyor musun?) diye. Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu.
Oysa ki bir çok hayır diyen insanlar vardı çevremizde. Örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam, bir başkası hayır diyordu. Hayırlar arasında ezilmeye mahkûmdu evetlerimiz.
Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum; fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. Peki anafor nerdeydi? Uzak mıydı? Belki çok yakındı kim bilir. Biz onu göremeyecektik. O gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.
Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu.
Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk. Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. Ellerini tuttum. Titredin. Acı acı bir düdük öttü. Bir şeyler koptu içimizden. Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı.
Şimdi o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum...
Başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım. Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi (beni iç) diye fısıldıyordu, (beni iç) sonra yalvarmaya başladı: (ne olur) dedi (ne olur haydi iç beni.) bir bardak doldurdum, tepeme diktim. Şişe rahatladı, sustu.
Hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum. Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin, onu hatırladım. Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşı karşıyaydık. Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. Gözlerim gözlerine soruyordu. (seviyor musun?) diye. Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu.
Oysa ki bir çok hayır diyen insanlar vardı çevremizde. Örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam, bir başkası hayır diyordu. Hayırlar arasında ezilmeye mahkûmdu evetlerimiz.
Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum; fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. Peki anafor nerdeydi? Uzak mıydı? Belki çok yakındı kim bilir. Biz onu göremeyecektik. O gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.
Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu.
Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk. Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. Ellerini tuttum. Titredin. Acı acı bir düdük öttü. Bir şeyler koptu içimizden. Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı.
Şimdi o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum...
Ümit Yaşar Oğuzcan
Sahibini Arayan Mektuplar -6-
Renk Kodu: C: 0 M: 82 Y: 0 K: 19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ne güzel kelimeler onlar... Parmaklarınıza sağlık...