Bir kitap var okudukça kalbinizi ele geçiren… Bir kitap var
sizi öylesine teslim alıyor ki düşünceleriniz aydınlanıyor. Platon’un “ŞÖLEN –
DOSTLUK” kitabı bu tanımlamaya birebir uyuyor. Kitabın içinde bir bölüm var ki ne
zaman okusam bayılıyorum. Mutlaka ama mutlaka okumalısınız dostlar… Bu kitapta
Platon SEVGİnin izini sürmektedir. Bakalım sizler de bu izi
sürerken aynı keyfi bulabilecek misiniz?
Şimdi kitaptan en sevdiğim bölümü sizlerle paylaşıyorum. İyi
okumalar…
“İnsan aslında neydi, ne oldu, önce bunu bilmemiz
gerek. Çünkü insan, her
zaman bugünkü gibi değil, bir başka türlüydü. İnsan soyu ilkin üç çeşitti. Şimdiki
gibi erkek, dişi diye ikiye ayrılmıyordu, her ikisini içine alan bir üçüncü
çeşit daha vardı. Bu çeşidin kendi kayboldu, sadece adı kaldı: Androgynos
denilen bu çeşidin adı gibi biçimi de hem erkek, hem dişiydi; bugün
sözü edilmesi bile ayıp sayılır. İşte bu
insanlar yuvarlak sırtları ve böğürleriyle
tostoparlak bir şeydiler. Her birinin dört eli, bir o kadar da bacağı
vardı. Yusyuvarlak bir boyun üzerinde birbirine tıpatıp eşit, ama ters yöne
bakan iki yüzlü bir tek kafa, dört kulak; edep yerleri ve her şeyleri de ona
göre hep ikişer. Yürürken istedikleri öne doğru, bizim gibi, düpedüz adım atabilir,
koşmak istedikleri zaman da, tepetaklak, havaya fırlayan bacaklarıyla
bir tekerlek olur, sekiz kola, bacağa birden dayandıkları için, döne
döne uçar giderlerdi. Peki ama, neden insanlar üç çeşitti, neden dediğim gibiydiler?
Çünkü erkek, aslında güneşten gelmeydi, dişi bu dünyadan, ikisini birleştiren
cins de aydan; ay hem güneş, hem de dünyaya bağlı ya. Toparlak olmaları,
döne döne gitmeleri de bu gezegenlere çektikleri içindir, Homeros'un anlattığı
Ephialtes ile Otos, bu cins insanlar olacak. Hani göğe tırmanmaya,
tanrılara karşı koymaya yeltenmişler.
Bunun
üzerine Zeus ve öbür tanrılar görüşmüş, konuşmuşlar, ne yapacaklarını
pek bilememişler. Bir yandan insanları yok etmek, devler gibi soylarını
yıldırımla yakıp, kül etmek istemiyorlarmış (çünkü o zaman insanların
kendilerine sundukları kurbanlar bitermiş), öte yandan da küstahlığın
bu derecesine göz yumamazlardı. Zeus uzun uzun düşündükten sonra,
"Galiba bir çare buldum," der,
"insanlar hem kalsın, hem de kuvvetten düşüp hadlerini bilsinler. İkiye böleceğim onları, böylece
hem zayıf düşecekler, hem de
sayıları artıp, bizim için daha faydalı olacaklar. Üstelik iki bacak
üstünde doğru dürüst yürüyecekler. Yine de
hadlerini bilmez, uslu durmazlarsa,
yeniden ikiye bölerim, bu kez tek bacak üzerinde zıplaya zıplaya giderler."
Böyle
der Zeus ve der demez de insanları tutar ikiye böler, tıpkı bir meyveyi
kışa saklamak için ikiye böler gibi, ya da bir yumurtayı ince bir kılla
ortasından keser gibi.
Zeus,
kestiği adamların yüzünü boyunlarıyla Apollon'a tersine çevirtmiş
ki, kesilen yerlerini görsünler ve akılları başlarına gelsin. Yaralarını
iyi etmesini de buyurmuş. Apollon da yüzlerini tersine çevirmiş, derilerini
şimdi karın dediğimiz yerde bir kesenin ağzını kapar gibi
birleştirmiş,
orta yeri sıkı sıkı üzmüş ve bir tek delik bırakmış. İşte biz buna,
göbek diyoruz. Sonra bakmış buruşuklukları var, onları düzeltmiş, ayakkabıcıların
deriyi yontmak için kullandıkları bıçağa benzer bir araçla göğüslerine
bir biçim vermiş; ama eski hallerini unutmasınlar diye, karnın ve göbeğin
ötesinde berisinde birkaç kırışık bırakmış.
İnsanın
yapısı böylece ikileşince, her yarı öbür yarısını özleyip, üstüne
atlıyor, kollarını birbirine sarıp, yeniden bir bütün haline gelmek arzusuyla
kucaklaşıyor, birbirinden ayrı hiçbir şey yapmak istemeyerek, açlıktan
ve işsizlikten ölüp gidiyorlarmış. Yarılardan biri ölünce, sağ kalan, bir
başkasını arıyor, ona sarılıyormuş, rastgele sarıldığı bir insan bir erkek
yarısı
da olabiliyormuş, dişi yarısı da (ki bugün bir bütün olan bu dişi yarıya
kadın diyoruz). Bu yüzden insan soyu azalıp gidiyormuş. Zeus, hallerine
acımış, bir başka çare bulmuş, ayıp yerlerini
önlerine getirmiş, çünkü arkada olunca,
çiftleşerek değil, ağustosböcekleri gibi, toprağa yumurta döküp çoğalıyorlarmış. Ayıp yerleri öne alınınca, dişi-erkek
birleşip çoğalmaya başlamışlar.
Maksadı şu imiş: Çiftleşme erkekle kadın arasında olursa, insan soyunun çoğalmasını sağlamış olacak, yok eğer erkekle
erkek arasında olursa, arzularına
kanarak, başka işlere yönelecekler, yani hayatlarında başka amaçları olacak. Demek ki insanın kendi benzerine
duyduğu sevgi, çok eski bir zamandan
kalmadır, Sevgi, bizim ilk yapımızı yeniden kuruyor, iki varlığı bir
tek varlık haline getiriyor, kısacası insanın
yaradılışındaki bir derde deva oluyor.
Her birimiz
bir insanın Symbolon'u, tamamlayıcı parçasıyız, pisi balıkları
gibi bir bütünün
yarısına benzeriz, onun için de hep tamamlayıcı parçamızı
arar dururuz. Demin Androgynos dediğimiz katışık varlığın bir parçası
olan erkekler, kadınlara düşkündür, bir kadınla yetinmeyen erkeklerin çoğu
da bunlardan gelmedir; erkeklere düşkün, kocalarıyla yetinmeyen kadınlar
da bunlardandır. Fakat bir dişiden kesilme
kadınlar, erkeklere hiç yüz vermezler
ve daha çok kadınlara meylederler, seviciler de bunlar arasından çıkar.
Bir erkekten kesilme erkeklere gelince, onlar de erkek yarılarını ararlar
ve çocukken erkek asıllarının parçaları olarak, erkekleri severler; onlarla
düşüp kalkmaktan, kucaklaşmaktan hoşlanırlar. Çocuklar ve delikanlılar
arasında en iyileri bunlardır, çünkü
yaradılışlarından erkeklik en çok onlardadır.
Oysa birçokları bunları edepsiz diye ayıplarlar. Yanlış! Çünkü bu
işi edepsizlikten yapmazlar, içlerinde
atılganlık, mertlik, erkeklik olduğu için
kendilerine benzeyene bağlanırlar. Bunu ortaya koyan bir olay da şudur: Yalnız
onlar yetiştikleri zaman, tam adam olur ve devlet işlerine girerler. Olgun
çağlarında onlar da erkek çocukları severler ve yaradılışları gereği evlenmeye,
çocuk yapmaya heves etmezler, bu işi sırf adet yerini bulsun diye yaparlar.
Ömür boyunca kendi aralarında bekar yaşamak, bol bol yeter onlara.
Kısacası bu türlü insanlar hep kendi cinsinden
olanlara bağlı kalır, erkekleri sever
yalnız.
İnsanların
karşısına demin sözünü ettiğim kendi yarısı çıktı mı, ister erkek
çocuklara, ister başkalarına düşkün olsun, derin bir dostluk, akrabalık, sevgi
duygusuyla vurulmuşa döner, bir an için bile ondan ayrılmak istemez. Bütün
ömürlerini bir arada geçiren bu insanlar birbirinden ne istediklerini anlatamazlar
size. Kimse diyemez ki, onlar bu kadar coşkunlukla birleştiren zevk
sadece bir cinsel arzu ortaklığıdır. Bu iki candan her birinin aradığı bambaşka
bir şeydir, istediklerini duyar, sezer de anlatamazlar. Onları şimdi bir
yatakta uzanmış olarak düşünün, Hephaistos bütün aletleriyle karşılarına dikilip
soruyor: "Ey insanlar! Birbiriniz için dilediğiniz nedir?" Bu soru karşısında
sevgililer susacak. Hephaistos bir daha soracak: "Şu mu yoksa candan
dilediğiniz; öylesine kaynaşmak, bir tek varlık olmak ki, artık ne gece,
ne gündüz sizi birbirinizden ayıramasın. Eğer bu ise istediğiniz, sizi bir
arada eriteyim ve körükleye körükleye kaynatayım sizi birbirinize. İkiyken bir
olur, ömrünüz boyunca bir tek insan gibi aynı hayatı yaşarsınız. Öldükten sonra
da, öbür tarafta Hades'te iki olacağınıza bir olur, aynı ölümü paylaşırsınız.
Düşünün, bu mudur arzuladığınız? Böyle bir kadere razı mısınız?"
Hangi sevgililer bunu duyar da, hayır der, başka bir şey isteyebilir?
Tersine, bu sözde çoktandır özledikleri bir şey dile gelmiş olur:
Sevdiğine
kavuşmak, onda erimek, iki ayrı varlıkken bir tek olmak.”