30 Eylül 2013 Pazartesi

Her Tarafa "Milena" Yazdım.

159. Gün (Her Tarafa "Milena" Yazdım)

Sevgili Bayan Milena' ya, size önce Prag'dan, ardından da Meran' dan yazdığım kısacık mektuplarıma kesinlikle cevap beklemiyordum. Umduğum gibi karşılık yazmadınız da sevinmem gerek. Sessiz kaldığımız her gün iyi olduğumuzun işaretidir. Bu yüzden sevinmem gerek ki, iyi olduğunuzu bildiğim için... Yarım kalmış bir düş gibi. Önümden geçip gidiyorsunuz. Masalar, sandalyeler, geçtiğimiz yer, hatta elbiseniz bile gözümün önünde. Yüzünüzün, ayrıntılarını çıkaramıyorum. Kötü bir yarım düş olsa gerek bu. Çok ilginç, hem de çok…

Tüm gece yağan yağmur nihayet durdu. Kutlayacağım bunu. Kutlama şeklim ise size yazmak. Bu amansız yağmurda insanın tek mutluluğu yabancı bir çevrede olması...

Aklımdan çıkmayan şu hastalığınız... Benim gibi öğüt verme konusunda pek de ümit edilmemesi gerek birinden yine de duymak isterseniz "Kendinize iyi bakın. Sizi sevenlerin fedakârlığı lazım" bunları da atlatırsınız. Sizden iyi haberler bekleyeceğim... Sizden istediğim çevirilerime bir anlık bile uykunuzu feda etmemeniz. Daha sonra vicdan azabı çekmek istemem... Kendim için istiyorum. Lütfen...

Gönül ilişkilerimde edindiğim tecrübe erkeklerin daha çok acı çektiği. Aslında bu acı karşılıklıdır. Kadının çektiği acı gerçektir ama erkeğin acısı fazladır...

Siz son mektubunuzda geniş yüreklilikle teşekkür etmişsiniz bu uykusuz adama. Olayı duyan birisi olsa amma adammış diyecek sanki. Ama o adam aslında tembelin biri süt içiyor. Her gün besleniyor, kendine bakıyor... Fakat ben ne kadar basitim, keşke görebilseler içimi. Anlatabilsem, inanırlar mı? Uykusuzluk aklıma neler getirdi. Anlamsız ve çok laf ettim. Bağışlayın beni...

Sıkılıyorum size böyle hitap etmekten. Bayan Milena yavan geliyor bu hitap bana. Yeni memuriyete atanmış bir kâtibin konuşması gibi. Ama elden bir şey gelmez. Yarının ne olacağı belli olmayan bir dünyada biz hastaların dayanakları bunlar olsa gerek. Sıksa bile muhtacız bunlara; güçsüzüz biz… Üstelik benden mektup alamayınca üzülecek kadar da iyi bir insansınız...

Anladığım kadarı ile Milena ikimiz de çok çekingen ve ürkek kişileriz. Birbirimize gönderdiğimiz mektuplar o kadar çekingen o kadar korku dolu ki. Cevaplar dersen onlar ayrı bir korku kaynağı ikimize de doğuştan gelmemiş bu özellikler ama ben de huy edinmiş artık.

Bir odadayız Milena. Birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. Biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı. Halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, biri diğerine hiç aldırış etmese açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese. Ama hayır o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada.

Ve bu yüzden hep ikimizi üzen yanlış anlamalar oluyor. Aslında senin anlamadığını söylediğin o mektuplar sana en yakın olduğum zamanlar yazmış olduklarım oluyor.

Geç geldi mektupların. Sana "yavrucuğum" dediğim için kızıyorsun yine bana haklısın...
Şakayı severim ama hepsinin altında bir şeyler ararım. Dünkü mektubunda ne kadar çok kullanmışsın "ve" kelimesini. Belki de bir aşağılama vardır bunda kim bilir?

Evet Milena işte Viyana'da bir postahanede oturmuş kahve içiyorum şu an. Geldim Milena. Buna hala inanmıyorum. Rüya görüyorum sanki şu an... Bugün senin sevdiğin yerleri gezeceğim.

Her tarafa "Milena" yazdım yazmayı bildiğim tek kelime bu ve ben büyük bir coşku ile bunu herkese göstermek istiyorum. Hasta olduğum için "6 ay boyunca dinlen, günlerini boş geçirmeye bak" diyorlar. Oysa bu altı ayın sadece 4 günü izin veriyorlar mutluluğa. Hala hastaysam suç bende mi peki?

Franz Kafka

Renk Kodu: C: 75 M: 72  Y: 0 K: 0


29 Eylül 2013 Pazar

Aşk Üzerine Alıntılar

158. Gün (Aşk Üzerine Alıntılar)

Aşk, gülü dikeniyle avuçlamak; ama kanayan ellerin hesabını gülden sormamaktır.                                
İskender  Pala (Gül Şiirleri)



************************
Barajlar gibidir aşk, bunu biliyorum. Bir zerre suyun sızabileceği bir çatlak bırakırsanız, bu su duvarları yavaş yavaş kemirir ve öyle bir an gelir ki, akıntının gücünü artık kimse denetleyemez. Duvarlar yıkılacak olursa, aşk efendi olarak her şeye el koyar; neyi yapabilirim, neyi yapamam sevdiğim kişiyi yanımda tutabilir miyim gibi sorular artık boşunadır... Aşık olmak denetimi elden kaçırmak demektir.  

Paulo Coelho (Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum, Ağladım)

************************
Bazen onda kendimi görüyorum; "Ne olur, arama artık" diyorum bazen, "Aradıkça kaybedersin, biraz daha sabret, onun aramasını bekle" diyorum... "Uzakta, ulaşılmaz olan sen ol; ne olur, bırak şu telefonu elinden; aradıkça, özledikçe, içini açtıkça, kaybedersin" diyorum, gözlerimdeki yangını gizleyerek, işte böyle söylüyorum... Ama o beni dinlemiyor.    

Cezmi Ersöz  (Derinliğine Kimse Sevgili Olamadı)

************************
Aşk bir tutku.
Nedensiz bir tutku.
Çoğu zaman da kötü bir tutku.
Birinin tümüyle sana ait olmasını istiyorsun ya da senin birine ait olmanı.
Bu sadistçe bir duygu ya da mazoşistçe...
Üstelik bunu delice, sabırsızca istiyorsun, hem de geçici olduğunu bile bile...   
                                                 
Ahmet Ümit (Aşk Köpekliktir)

************************
... Kaldı ki mutluluk nedir?
Mutluluğun aşk olduğunu söylüyorlar. Oysa aşk mutluluk getirmez, hiçbir zaman da getirmemiştir. Tam tersine, sürekli bir kaygı durumudur aşk, bir savaş meydanıdır; kendi kendimize sürekli olarak acaba doğru mu yapıyorum diye sorduğumuz uykusuz gecelerdir. Gerçek aşk, vecd ile ıstıraptan oluşur...   
                                                                                                                                   
Paulo Coelho  (Portobello Cadısı)

************************
Ticari değil, temiz bir çift yüreğin aşk, hayat oyunu. Ölünceye dek, her mevsim karınıza aşık olacağınız bir iş. Ki, benim gibi kadının bakışlarını görenler, onun kocasına her mevsim rol yaparken gerçekten aşık olduğuna inandılar. İşini aşk gibi, aşkını iş gibi sevmek... İnsan dilenciye gönlünden ne koparsa verir, ama işini aşkla yapana gönlünü verir. Dünyanın en güzel oyunu… Kadınınıza işiniz gibi, işinize kadınınız gibi aşık olmak! Yaşlansanız da, kalbiniz hiç soğumadan hep yanık, hep alevli nağmelerle için için yanıp, sonsuza dek tüter! Aşkın oku, Yunus'un dediği gibi, her katı taşı deler geçer!                                                                                     

Nihat Genç (İhtiyar Kemancı)


Renk Kodu: C: 11 M: 51  Y: 18 K: 0

28 Eylül 2013 Cumartesi

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır

157. Gün (Bütün Kadınların Kafası Karışıktır)

Ece Temelkuran’dan yapılan bu alıntıyı okuyunca düşünmeden edemedim sevgili dostlar. Bütün bu özelliklerin hepsine birden sahip olmamızı bekleyenler olduğu doğru… Gerçekten de kafamız karışmasında ne yapsın? Çok hoşuma gittiği için sizinle paylaşmak istedim. Bu yazıya katılacak milyonlarca kadın olduğunu biliyorum vatanımın topraklarında… Bu kitabı mutlaka okumam gerektiğine karar verdim…

"Bütün kadınların kafası karışmasın da ne halt etsin; karşılarında onlardan süper kahraman olmalarını bekleyen adamlar varken, güzel olmaları, hamarat olmaları, gerektiği kadar ve doğru yerde zeki olmaları gerekirken, hep bakımlı, hep istekli, hareketli, eğlenceli, uyumlu olmaları gerekirken ne yapsınlar...

Kıskanç olmayacak, anlayışlı olacak, yeri geldiğinde her türlü sohbete adapte olabilecek, yeri geldiğinde dışında kalıp sadece hizmet edecekken, çocuk doğuracak, hamileyken diğer güzel kadınlarla başa çıkmak zorunda kalacakken ne yapsınlar; düşünmeyip de ne halt etsinler. Karışmasın mı kafaları?"

Ece TEMELKURAN


Renk Kodu: C: 28 M: 0  Y: 57 K: 0


27 Eylül 2013 Cuma

Ne Arıyorsan Kendinde Ara

156. Gün (Ne Arıyorsan Kendinde Ara)

"Kişinin değeri nedir? 
- Aradığı şeydir! 





Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın. 
Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin. 
Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki 
Aradığın ancak sensin, sen. 

Madendeki inciyi aradıkça madensin. 
Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin. 
Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi; 
Neyi arıyorsun, sen osun. 

Senin canın içinde bir can var, o canı ara! 
Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara! 
A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara; 
Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara."

Mevlânâ


Renk Kodu: C:28 M: 66  Y: 76 K: 0


26 Eylül 2013 Perşembe

Bazı Gecelerin Sabahı Yoktur

155. Gün (Bazı Gecelerin Sabahı Yoktur)

"bazı gecelerin sabahı yoktur
yalnızca bir karanlık olarak kalırlar
bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider
borçlarıyla yaşar kalanlar


geleceği yoktur bazı kalplerin
aşk uğramaz onlara bir daha
tek bir hatırayla yaşlanırlar

bazı pişmanlıklar uzun sürer
zamana yayılırlar

kendinden kaçanlara 
saklanacak yer kalmaz dünyada
gün gelir kendileriyle tanışırlar
asıl yalnızlık o zaman başlar
hayata geç kalmıştır kendine geç kalan
şairin dediği gibi
bir daha yaşamak zorunda kalır
geçmişi anlayamayan

bazı geceler
bazı insanlar
bazı yerlerde
sahiden karşılaşırlar
bazı insanlar bazı aşklar bazı şarkılar
bu yüzden unutulmazlar
bazı hayatlar hayal tutmazlar
bu yüzden
bazı bazı bazı
çabuk yaşayıp
ansızın kaybolmalar
bazı bazı bazı"

Murathan MUNGAN


Renk Kodu: C: 0 M: 69  Y: 62 K: 0

25 Eylül 2013 Çarşamba

Acı Üstüne Alıntılar

154. Gün (Acı Üstüne Alıntılar)

Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum..
Ayağını bir cam parçasıyla kesmek veya eczanede dikiş artırmak değildi bu..
Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi..
Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi..
José Mauro de VASCONCELOS /Şeker Portakalı

********************
 “Herkes geçer diyor, geçer mi Olric?
Herkes ne bilir acımı. Herkes ne bilsin acımızı. Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric. 
- Evet... Efendimiz. 
- Bana katıldığını bilmek güzel. Arada ses vermen güzel... İçimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan.”
Oğuz Atay / Tutunamayanlar

********************

Dilsizdir benim acılarım!
Konuşmazlar kimseyle,
Sadece benim canımı acıtırlar,
Hiç hak etmediğim halde…
Cemal Süreyya

********************
Tabii acı çekeceksin, görmenin bedelidir bu. Tabii için korkuyla dolacak, yaşamak demek tehlike içinde olmak demektir. Büyümek zordur!                                                                                                                 
Irvin D. Yalom  / Nietzsche Ağladığında

********************
"Ayrılık değil, özlemek hiç değil; en büyük acı, bu giderek büyüyen boşlukmuş...                                        
Cezmi Ersöz/ Şizofren Aşka Mektup

********************
Karıcığım,
Hasretliğin on ikinci yılı

on ikinci yılı
Gönül ağzına kadar dolu
Sen diyorum İstanbul geliyor aklıma
İstanbul diyorum sen
Sen şehrim kadar güzelsin
Şehrim senin kadar acılı.
(Nazım Hikmet'in karısı Piraye'ye yazdığı şiir..)


Renk Kodu: C: 37 M: 64  Y: 54 K: 13

24 Eylül 2013 Salı

Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm

153. Gün (Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm)

Ülkemin kadınları bu kadar güzel mi anlatılır dostlar… Ürkmüş onlarca kadına sahip ülkemin toprakları. Susmakla ağlamak arasında takılı kalmış kadınlarım. Düğüm düğüm olmuş kelimeler boğazında… Gözlerine baksan okuyabilsen diyeceklerini suskunluğu bitecek ama bakan kim anlayan kim? Anlamamak için direnenlere hapsolmuş, suskunluğun çığlığında kıvranan yitip giden onlarca hayatın sahibi kadınlar… Döktürmüş yine Cemal Süreya… Dokunmuş yüreğimizin en derinine yine üstat…

Porsuk nehrinin geçtiği kadınlar
Hepsine yüzer kere rastladım en azdan
Umutsuz sevdalara tutulmak onlarda
Bozkıra doğru seyrele seyrele yaşamak onlarda
Verdi mi adama her şeylerini verirler
Ben gördüm ne gördümse kadınlarda
Porsuk nehrinin geçtiği

Kızılırmak parça parça olasın
Bir parça ekmek siyah, on kuruşluk kına kırmızı
Taş toprak arasında türküler arasında
Karanlıkta bir yanları örtük bir yanları üryan
Kocaman gözleriyle oy anam bu kadar dokunaklı
Kimler ürkütmüş acaba bu kadar kadını

Dicle kıyılarına tren varınca
Büyük bir gökyüzü git allahım git
Genel olarak önce kaşları görünür
Sonra bütünsüz uykuları kaşla göz arasında
Yanaklarında çıban izi taşıyan kadınlar
Gül kurusu

Bir gün sizin de yolunuz düşer memlekete
Siz de görürsünüz bunları kadınlarda
Ödevleri yenilmek olan hep
Bıçakla kemik arasında
Susmakla ağlamak arasında
Yenilmek
Kadınlar

1955

Cemal Süreya

Renk Kodu: C: 25 M: 0  Y: 93 K: 0

23 Eylül 2013 Pazartesi

Dayanılmaz Olan...

152. Gün (Dayanılmaz Olan)

Dün bir söz okudum Kafka’dan ve çok beğendim. Paylaşayım sizlerle.
“Dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş, insanlarmış.” 

İnsanların o iğneli dilleri kalplerimize saplanmasın diye uzak duruyoruz. İnsanlar içlerinde kanayan yaralarının acısını başkalarını acıtarak azalttığı için onlarla olmayı tercih etmiyoruz. Bence korktuğumuz için değil bu uzak duruşun nedeni. Her yeni yarayı kendi başımıza onarmaya çalışmaktan yorulduğumuz için uzak duruyoruz. Ben öyle yapıyorum mesela. Laf arasında laf sokan biri ile karşılaştığımda hayatımdan çıkarıyorum. Anlıyorum ki başkasını iğneleyerek kendini onarıyor. Peki aldığım yarayı kim onaracak? Ben başkasını sözlerimle dövmeyi seçmediğime göre bu insanların da hayatımda yeri yok. Yaş ilerledikçe artık ruhum bu insanları yük olarak taşımak istemiyor. Bunun nedeni korku mu? Bence değil sadece insanlar arasında seçim yapıyoruz. Ruhunu seveni, seni sözüyle yaralamayanı kalbimize konuk ediyoruz... Bu kadar basit bir seçim işte…

Yakınlıkla ilgili Osho ustanın bir yazısına rastladım. Çok beğendim. Kendi düşüncelerimle bir bağlantısı olup olmadığını düşündüm. Yoksa yanlış mı düşünüyorum? Yoksa yanlış mı davranıyorum seçim yapmakta?

“Herkes yakınlıktan korkuyor; bunun farkında mısın, değil misin, o ayrı bir konu. Yakınlığın anlamı kendini bir yabancının önünde açığa vurmaktır. Ve hepimiz yabancıyız; kimse kimseyi tanımıyor. Kendimize bile yabancıyız çünkü kim olduğumuzu bilmiyoruz. Yakınlık seni bir yabancıyla yan yana getirir. Bütün savunmaları bırakman gerekir ancak o zaman mümkündür yakınlık. Ve korkuyorsun; eğer savunmaları, maskeleri bırakırsan kim bilir o yabancı sana ne yapacak? Bin bir türlü şey saklıyoruz; sadece başkalarından değil, kendimizden de. Çünkü her türlü baskı, çekingenlik ve tabuyla hasta düşmüş bir insanlık tarafından yetiştirildik.

Korkuyorsun; o yabancıyla aranda biraz savunma, biraz mesafe tutmak sana kendini daha güvenli hissettiriyor. Ya senin zaaflarını, kırılganlığını, incinebilirliğini sana karşı kullanırsa? O insanla otuz-kırk yıl birlikte yaşamış olsan bile fark etmiyor, yabancılık hiç kalkmıyor ortadan.
Herkes yakınlıktan korkuyor.

Bu karmaşık bir sorun, çünkü herkes yakınlık istiyor. Herkes yakınlık istiyor, aksi halde bu evrende yapayalnızsın; arkadaşsız, sevgilisiz, güvenip yaralarını açabileceğin hiç kimse olmadan. Yaralar da acıtmazlarsa asla iyileşmezler. Gizlendikçe daha tehlikeli olur, kansere dönüşürler.
Yakınlık temel bir ihtiyaç; herkes onun özlemini çekiyor.

Bir taraftan karşındaki insanın sana yakın olmasını, savunmaları bırakmasını, kırılganlığını ve yaralarını göstermesini, maskelerini ve sahte kimliğini bırakıp çıplak kalmasını istiyorsun. Öbür taraftan da yakınlıktan korkuyorsun; yakın olmak istiyorsun ama kendi savunmalarını bırakmıyorsun. Dostlar, sevgililer arasındaki çelişkilerden biri bu: Kimse savunmayı bırakıp çıplak ve içten olmak istemiyor, ama herkes yakınlık istiyor.”

OSHO – Yakınlık kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 0 M: 33  Y: 47 K: 0

22 Eylül 2013 Pazar

Kendi Kendine

151. Gün (Kendi Kendine)

Kendi kendimizi yiyip bitirdiğimiz günleri düşünün. Beynimizin her kıvrımında bizi esir eden düşünceleri düşünün. Uykusuz geçen sonra da kâbuslara teslim ettiğimiz geceleri düşünün. Ne edersek kendimize ediyoruz. Belki o saatlerde ruhumuzu sükûnete teslim etmeye çalışsak kendimizi bu kadar hırpalamayacağız. Oysa teslim olduğumuz düşüncelerin ağında can çekişe çekişe kıvranıyoruz. Öyle anlar geliyor ki düşüncelerimiz bedenimize büyük geliyor. Ne edeceğimizi bilemiyoruz. Susmaya çalışsak gönlümüz elvermiyor. Konuşmaya çalışsak ruhumuz izin vermiyor. Düğümlendikçe düğümleniyor kelimeler boğazımızda… Soluksuz kalıyoruz. Bir nefesin rahatlığına hasret soluyoruz can çekişe çekişe… Yaşarken ölümün tadını alıyoruz.

Kişinin kendine ettiğini
Edemez kişiye hiçbir fani
Bu kahpe hırsı ne kıskanç kini ne şarap
Ne de haşhaş edemez...
Kişinin kendine ettiğini tayfun, boran
Dağ, taş edemez.

Kişinin kendine ettiğini
Edemez kişiye hiçbir fani
tutmazsa gerçek dost elini
kendi kendiyle baş edemez.
Kişinin kendine ettiğini
Sarhoş edemez, ayyaş edemez
Mezar soyan nebbaş edemez...

Mevlana


Renk Kodu: C: 100 M: 93  Y: 0 K: 0

21 Eylül 2013 Cumartesi

Guilin Tepeleri

150. Gün (Guilin Tepeleri)

Guilin Tepeleri’nin de bir parçası olduğu kireçtaşı bölgesi, Çin’in güneyinden Vietnam’ın kuzeyine uzanır. Çince’de Guilin “Osmanthus Ormanı” anlamına gelir. Guilin Tepeleri’nin ortalama yükseltisi 99 metredir. Çin’in güneyinde yer alan, Guangxi Zhuang Özerk Bölgesinde, Li Nehri’nin kıyısından yükselir. Guilin Tepeleri’ni ortaya çıkaran kalın kireçtaşı katmanları, eski bir deniz yatağında bulunmaktaydı. Milyonlarca yıl yer tabakası yükseldi, asit yağmurları, sismik kırılmalar ve sarsıntılar sebebiyle zaten zayıflamış olan kayaları çözmeye başladı, yeryüzü ikinci kez yükseldiğinde zayıflamış kayalar çöktüler ve geride erozyona daha dayanıklı olan kireçtaşından konik kuleler kaldı. Bu kuleler karstik kuleler olarak bilinen doğal yapılara iyi bir örnek teşkil etmektedir.

Bu eskimeyen manzara önceleri batılı ziyaretçilere kapalıydı.1664 yılında Mançuların Beijing’i alması ile Guilin’e çekilen Ming Hanedanı’nın içerisinde, onları Hıristiyanlığa davet eden papazlarda bulunuyordu. 1550 yılında hapse düşen küçük bir Portekizli denizci grubunu saymazsak, bu papazlar Guilin tepelerini gören ilk Batılılardı. 1949 yılınsa komünistler, tepeleri ele geçirdiğinde burayı yabancılara tekrar kapattılar. Guilin Bölgesi ziyarete 1973 yılında açıldı ve kısa zamanda Çin’in en fazla ziyaret edilen bölgelerinde biri haline geldi.

Guilin Tepeleri’nde yağmurların oluşturduğu birçok mağara ve geçit vardır. 2. Dünya Savaşı sırasında insanlar Japon bombardımanından kaçmak için buralara sığınmışlardır. Burası aynı zamanda Kızıl Ordu’nun 1960’lı yıllarda şiddetli çarpışmalarla savaş alanına çevirdiği bir bölgedir. Bölge halkı yine çarpışmalardan kaçmak için bu mağaralara saklanmıştır.
Bunlardan en iyi bilineni, içinde kırılgan sarkıt ve dikitlerin olduğu bir dizi geçitten oluşan Kaval mağarasıdır. Buranın ismi mağaranı ağzında yetişen ve kaval yapımında kullanılan kamışlardan gelmektedir.
Kaynak: Geo Dergisi Dünya’nın 100 Harikası Kitabı


Renk Kodu: C: 15 M: 26  Y: 96 K: 0










20 Eylül 2013 Cuma

Mendilimde Kan Sesleri

149. Gün (Mendilimde Kan Sesleri)

En sevdiğim Edip Cansever şiirini paylaşıyorum sizlerle. Ne zaman okusam içim burkulur. Hele bir de “İnsan yaşadığı yere benzer… O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer…” diyor ya şair içim daha da bir burkuluyor. Ne kadar güzel bir tanımlama… Şiirlerle yaşamak insanın daha da derinlere bakmasına neden olmaktadır. Hep derine daha derine baktığında yabancılaştığın bir dünyanın içinde olduğunu hissediyor insan. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum…

Edip Cansever
Her yere yetişilir  
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama  
Çocuğum beni bağışla  
Ahmet Abi sen de bağışla  

Boynu bükük duruyorsam eğer  
İçimden öyle geldiği için değil  
Ama hiç değil  
Ah güzel Ahmet abim benim  
İnsan yaşadığı yere benzer  
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer  
Suyunda yüzen balığa  
Toprağını iten çiçeğe  
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine         
Konyanın beyaz  
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer  
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir  
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları  
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına  
Öylesine benzer ki  
Ve avlularına  
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)  
Ve sözlerine   
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)  
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer  
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne  
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına  
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına  
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı ıssızlıktır
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -
Cigara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenleri
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da şimdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
işte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever


Renk Kodu: C: 32 M: 100  Y: 0 K: 38

19 Eylül 2013 Perşembe

Mogao Mağaraları

148. Gün (Mogao Mağaraları)

Mogao mağaraları, Dunhuang mağaraları adlarıyla da bilinir. Çin'in Gansu eyaletinin Dunhuang şehrinin 25 km güneydoğusunda Mingsha dağı eteklerinde bulunan mağaralarda 492 adet tapınak vardır. Tarihi İpek Yolu'nun üzerinde önemli bir vahada yer alan mağaralarda bin yıllık bir dilimi kapsayan süreç içinde yapılmış Budist sanatın en seçkin örnekleri bulunmaktadır. Budist yeraltı mabedlerinin yapımına 366 yılında başlanmış ve uzun süre çeşitli heykel ve sanat eserlerini saklamak amacıyla kullanılmışlardır. Mogao mağaraları Longmen yeraltı odaları ve Yungang yeraltı odaları ile birlikte Çin'in en bilinen Budist yeraltı odalarından ve en ünlü antik heykel sitlerinden biridir.
Söylenceye göre, 366 yılında Lezun (Lè Zūn) adında bir Budist rahip Dunhuang’a gelir. Mingsha Dağı’na bakarken altın ışıklar arasında binlerce Buda gördüğü sanrısına kapılan Lezun, bu görüntüden ilham alarak ilk mağara kazısına başlar. Zamanla mağaraların sayısı artar, Tang Hanedanı dönemine gelindiğinde bölgede binin üzerinde mağara bulunduğu kaydedilmiştir. Sade bir yaşamı ilke edinen Budist rahipler aydınlanma arayışlarının bir parçası olarak bu mağaralarda inzivaya çekilmiştir. 4. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar rahipler batıdan topladıkları heykelleri Dunhuang'a getirmiş, yolu buradan geçen gezginler arkalarında çeşitli duvar resimleri bırakmıştır.
Duvar resimleri toplam 42000 metrekare alanı kaplamaktadır. 11. yüzyıldan itibaren mağaralar duvarlarla kapatılarak değerli, hasara uğramış elyazmaları, kutsal eşyalar için depo olarak kullanmaya başlamışlardır.

Renk Kodu: C: 38 M: 0  Y: 16 K: 0