31 Ağustos 2013 Cumartesi

Dinle Küçük Adam

129. Gün (Dinle Küçük Adam)


Wilhelm Reich’ in Dinle Küçük Adam kitabını ilk okuduğumda anladım ki tekrar tekrar okumalıyım. Kitapla tanıştığımdan beri de bunu yapıyorum. Yazılanların üzerine düşündüğünüzde yaşamda kaçırdığınız noktaları yakalama fırsatı buluyorsunuz. Mutlaka okumalısınız. Özellikle de yazarın hayatını incelediğiniz de çok ilginç gerçeklerle karşılaşacağınızı söyleyebilirim. Kitaptan kısa bir alıntı yapmak istiyorum… Umarım merak eder ve okursunuz.

"...yaptığın her şey eğreti, küçük adam: evini bir kum tepeciğinin üzerine kurmuşsun, yaşamın, kültürün ve uygarlığın, bilimin ve tekniğin, sevgin ve çocuklarına verdiğin eğitim, hep eğreti. Bunu bilmiyorsun, bilmek de istemiyorsun; sana bunu söyleyen büyük adamı da öldürüyorsun. Büyük bir bunalım içinde, gelip gelip aynı soruları soruyorsun: 

"Çocuğum çok inatçı, her şeyi kırıp döküyor, geceleri karabasanlarla uyanıyor, aklını derslerine veremiyor, kabızlık çekiyor, benzi soluk, yüreği katı. Ne yapmalıyım? Bana yardım et!" 


Ya da: "Karım bana karşı cinsel istek duymuyor, beni hiç sevmiyor. Bana işkence ediyor, sinir nöbetlerine tutuluyor, bir yığın erkekle geziyor. Ne yapmalıyım? Söyle!" 

Ya da: "Yeni ve çok daha öldürgen, korkunç bir savaş patladı; oysa biz tüm savaşları önlemek için yapmıştık son savaşı. Şimdi ne yapacağız?" 

Ya da: "Varlığıyla övündüğüm uygarlık, enflasyon nedeniyle çöküyor. Milyonlarca insan yiyecekten yoksun, ölüm açlığı içindeler, birbirlerini öldürüyor, çalıp çırpıyor, insanlıktan çıkıyorlar. Umutlarını yitirdiler. Ne yapmalıyız?" 

"Ne yapmalıyım?", "Ne yapabilirim?"... Sonsuz geçmişten beri, yüzyıllardır aynı soruyu soruyorsun. 

"Hakikati güvenliğe yeğ tutan bir yaşam biçimi içinde elde edilen büyük başarı ve bulgunun yazgısı şudur: senin tarafından büyük bir açgözlülükle yalanıp yutulmak ve sonra gene senin tarafından dışkı olarak atılmak." 
Wilhelm Reich


Büyük, yürekli ve yalnız olan birçok adam, ne yapman gerektiğini çoktan söyledi sana. Onların öğretilerini çarpıttın, kırıp döktün ve ortadan kaldırdın. Her seferinde onları ters tarafından yakaladın; büyük hakikati değil de küçücük yanlışı yaşamının yol göstericisi olarak gördün; Hristiyanlıkta, toplum bilim öğretisinde, halkın egemenliği konusunda, yani kısacası, elini değdirdiğin her konuda büyük doğruyu değil, küçük yanlışı seçtin. Bunu neden yaptığını soruyorsun, ha? Bu sorunun ciddi olduğunu sanmıyorum. Sorunu yanıtlarsam, hakikati işittiğinde önüne geleni öldürecek denli öfkeleneceksin: 

Evini derme-çatma kurdun ve bütün bunları böyle yaptın, çünkü "içinde yaşamı duyma" yetisinden yoksunsun; çünkü çocuklarındaki sevgiyi daha doğmadan öldürüyorsun; hiçbir canlı ifadeye, hiçbir özgür, doğal davranışa karşı hoşgörülü davranamazsın, doğallığa dayanamazsın çünkü. Dayanamadığın için de, korkuyor ve şunu soruyorsun: "Bay Jones ne der?", "Yargıç Smith ne der acaba?" 


Renk Kodu: C: 42 M: 58 Y: 0 K: 50



30 Ağustos 2013 Cuma

Herkes Gibisin

128. Gün (Herkes Gibisin)


Gönlümle baş başa düşündüm demin; 
Artık bir sihirsiz nefes gibisin. 
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin 
Akisleri sönen bir ses gibisin. 


Mâziye karışıp sevda yeminim, 
Bir anda unuttum seni, eminim 
Kalbimde kalbine yok bile kinim 
Bence artık sen de herkes gibisin.

1920
Nazım Hikmet Ran

Bir de Cem Karaca’dan dinleyin bu güzelim şiirin şarkısını… Her ikisini de çok severim…

Renk Kodu: C: 33 M: 0 Y: 0 K: 0

29 Ağustos 2013 Perşembe

Olgunluk

127. Gün (Olgunluk)


Etrafımız onca yaşını başını almış olgun olarak gördüğümüz insanlarla doludur. Bu insanların sözlerine bakarız kıymetli deneyimlerinden yararlanmak için… Onları dinleriz engin bilgilerinden yararlanmaya çalışırız. Kimileri gerçekten de o kadar olgunluğa erişmişlerdir ki başımızı önümüze eğeriz olgunlukları karşısında. Saygı duymak ne demek resmen tüm ruhumuzla önlerinde eğiliriz. Bizi aydınlatacak olan tek bir kelimeyi bile kana kana içeriz. Bu insanlara karşı beslediğim duygular bile benim gelişmemde büyük paya sahiptir.

Bir de yaşını başını aldığını düşündüğümüz kimi insanlar vardır. Onca yaşın gerektirebileceği hiçbir olgunluğa erişemediklerini görürüz. Bu insanlara da eğitimimizin bir parçası olan “Büyüğe Saygı Duymak” kavramı sonucunda yaşları nedeni ile saygı duyarız.  Hatta onca yıl ne öğrendiklerini ya da hayattan hiç mi ders almadıklarına şaşıp kalırız. Elbette insanları yargılamak bana düşmez ama sizin de bildiğiniz gibi bu insanlar gençlere saygı duymazlar. Bir şeyleri başarabileceklerine bile inanmazlar. Hep bir küçük görme durumu üzerlerine sinmiştir. Durmadan ders verme, haddini bildirme eğilimi içindedirler. Size yaklaşmayı bile bilmezler. Durmadan yargılayan bakışları üzerinizdedir. Kendilerinin de bir zamanlar genç olduklarını ve mutlaka hatalar yaptıklarını unutmuşlardır. Bunları yazdığım için bana kızanlar olacağını ama katılmadan da edemeyeceğinizi biliyorum.

Sezar’ın hakkı Sezar’a düşüncesinden yola çıkarak önünde ruhumla eğileceğim, olgunluğun yaşla değil düşüncelerle olduğunu, olgunlaşmış insanların hakkını vermek adına inatla savunacağım. Bana geniş bakış açıları sunan ve yaptığım hataları bile eksiklik olarak değil de tecrübesizlik olarak algılayan ve hala bana yol gösterip ruhumu aydınlatan o muhteşem insanlara teşekkür ediyorum.

Ve elbette üstat OSHO’ dan da alıntı yapmadan da geri durmayacağım…

Yaşlanmak bilge olmak demek değildir. Eğer gençken bir aptalsan ve artık yaşlandıysan, sadece yaşlı bir aptal olursun, hepsi bu! Olgun bir kişi olsa aynı hatayı tekrar etmez. Ama bir kimse sadece yaşlıysa aynı hatayı defalarca ve defalarca tekrar eder durur. O bir çemberin içinde yaşar hiçbir zaman bir şey öğrenmez. Sürekli başkalarının fikirlerini hesaba katan insanlar olgunlaşmamıştır. Onlar başkalarının ne düşündüğüne bağımlıdır. Onlar hiçbir şeyi özgün bir biçimde yapamazlar, dürüstçe söylemek istediklerini söyleyemezler başkalarının duymak istediklerini söylerler.

OSHO

Renk Kodu: C: 0 M: 50 Y: 0 K: 0




28 Ağustos 2013 Çarşamba

Yanlış İnsanlar

126. Gün (Yanlış İnsanlar)


Okuduğum en muhteşem hikâyedir diyebilirim.


Lao Tzu çok ünlü, bilge bir adam haline gelmişti ve hiç şüphe yok ki gelmiş geçmiş en bilge olanlardan biriydi. Çin imparatoru ona gayet alçakgönüllü bir şekilde yüksek mahkemenin başkanı olmasını önerdi çünkü ülkenin kanunlarına onun yapabileceğinden daha iyi bir şekilde hiç kimse rehberlik edemezdi. İmparatoru, "Ben doğru kişi değilim" diye ikna etmeye çalıştı fakat imparator çok ısrarcıydı.

Lao Tzu, "Eğer beni dinlemezseniz sadece mahkemede bir gün yeter ve benim doğru insan olmadığıma ikna olacaksınız çünkü sistem yanlış. Alçakgönüllülük nedeni ile size hakikati söylemiyordum. Ya ben var olurum ya da sizin kanununuz ve sizin hükümdarlığınız ve sizin toplumunuz var olabilir. O nedenle bunu bir deneyelim," dedi.

İlk gün başkentin en zengin adamının neredeyse tüm hazinesinin yarısını çalmış olan bir adam getirildi. Lao Tzu olayı dinledi ve sonrasında hırsızın ve en zengin adamın her ikisinin de altı aylığına hapse gitmeleri gerektiğini söyledi.

Zengin adam, "Siz ne diyorsunuz? Soyguna uğrayan, hırsızlık yapılan kişi benim; bu nasıl adalettir ki hırsızla aynı süreliğine beni hapse gönderiyorsunuz?" dedi. Lao Tzu, "Şurası kesin ki ben hırsıza haksızlık ediyorum. Senin hapiste olman gereken süre çok daha büyüktür çünkü sen çok fazla parayı kendin için topladın, pek çok insanı paradan mahrum ettin... Binlerce insan haksızlığa uğramıştır ve sen para toplayıp, para toplayıp duruyordun. Ne için? Senin açgözlülüğünün kendisi bu hırsızları yaratıyor. Sorumlu sensin. İlk suç sana ait," dedi.

Lao Tzu'nun mantığı tamamıyla nettir. Eğer çok fazla fakir insan ve sadece birkaç tane zengin insan olacaksa hırsızlığı durduramazsın, çalmayı durduramazsın. Bunu durdurmanın tek yolu herkesin ihtiyaçlarını giderebileceği kadar şeye sahip olması ve hiç kimsenin aç gözlülük yüzünden gereksiz birikimlere sahip olmamasıdır.

Zengin adam, "Beni hapse göndermeden önce imparatoru görmek istiyorum çünkü bu anayasaya aykırıdır; bu ülkenin kanunlarına göre değildir," dedi. Lao Tzu, "Bu ülkenin kanunlarının ve bu ülkenin anayasasının yanlışıdır. Bunun sorumlusu ben değilim git ve imparatoru gör. "dedi.

Zengin adam imparatora dedi ki: "Dinleyin, bu adam hemen görevinden uzaklaştırılmalıdır; o tehlikeli. Bugün ben hapse gidiyorum, yarın siz hapiste olacaksınız. Eğer kendinizi kurtarmak istiyorsanız bu adam kovulmalı, o kesinlikle çok tehlikeli. Ve o çok mantıklı da. Söylediği şeyde haklı bunu anlayabiliyorum. Ama o bizi mahvedecek."

İmparator bunu çok iyi anladı, "Eğer bu zengin adam bir suçlu ise o zaman ben ülkedeki en büyük suçlu oluyorum. Lao Tzu beni hapse göndermekten kaçınmayacaktır."

Lao Tzu görevinden alındı. "Size bunu daha önceden söylemeye çalıştım; gereksiz yere benim zamanımı harcıyorsunuz. Size doğru adam olmadığımı söylemiştim. Gerçek şu ki sizin toplumunuz, sizin yasanız ve sizin anayasanız doğru değildir. Bu tamamıyla yanlış sistemi yürütmek için yanlış insanlara ihtiyaç var." dedi.

OSHO – Özgürlük kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 0 M: 39 Y: 100 K: 0



27 Ağustos 2013 Salı

Daha Fazla

125. Gün (Daha Fazla)


Sabahın erken saatlerinde bir adam; dilendiği tasıyla bir dilenci kralın bahçesine girer. Kral sabah yürüyüşleri yapmaya gelirdi; aksi taktirde kralla buluşmak imkânsızdı. Özellikle de bir dilenci için; tüm bürokrasi mekanizması onu engellerdi. O yüzden bürokrasinin olmadığı, kralın yalnız olup, doğada sessiz kalarak, doğanın üzerine yağdırdığı canlılığı ve güzelliği içmek istediği bir zamanı seçti. Dilenci onunla orada karşılaştı.

Kral, "Şimdi zamanı değil... Ben kimseyi görmek istemiyorum" dedi.
Dilenci de, "Ben bir dilenciyim. Senin bürokrasin çok zor ve bir dilenci için seni görmek imkânsız. Beni kabul etmeniz için ısrar ediyorum" dedi.
Kral ondan kurtuluvermeyi düşündü. "Ne istiyorsun? Sadece iste ve onu elde edeceksin. Benim sabah sessizliğimi bozma" dedi.
Dilenci de, "Bana bir şey teklif etmeden önce bir kez daha düşünün" dedi.
Kral: "Sen garip bir adama benziyorsun. Her şeyden önce, kraldan seni kabul etmesini ısrar ederek bahçeye izinsizce girdin. Ve şimdi de ben sana ne dilersen dile diyorum. Sadece benim huzurumu, sessizliğimi bozma."
Dilenci güldü. "Bozulabilen bir huzur, huzur değildir. Ve rahatsız edilebilen bir sessizlik sadece bir hayaldir, gerçek değil" dedi.
O an kral dilenciye baktı. Çok çok önemli şeyler söylüyordu. "Şurası kesin ki bu sıradan bir dilenciye benzemiyor" diye düşündü kral. Ve dilenci de tekrar, "Bunu bir kez daha düşünmenizi istiyorum çünkü istediğim şey sadece dilenci tasımı herhangi bir şey ile doldurmanız ve gideceğim. Ama dolmalı" dedi.
Kral kahkaha attı. "Sen çılgın bir adamsın. Dilenci tasının dolmayacağını mı düşünüyorsun?" diye sordu.
Hazinedarını çağırdı ve ona, " Bu adamın dilenci tasını elmaslarla ve değerli taşlarla doldur" diye buyurdu.

Hazinedar neler olmuş olduğu hakkında hiçbir şey anlamadı. Kimse dilencilerin taslarını elmaslarla doldurmazdı. Ve dilenci hazinedara, "Unutma, dilenci tasım dolmadan buradan bir yere gitmeyeceğim" diye hatırlattı. Bu bir dilenciyle bir kral arasındaki bir meydan okumaydı.

Ve hikâye sonrasında çok garip bir hal alır... Elmaslar dilenci tasına döküldüğü zaman, içine dökülür dökülmez ortadan kayboluyordu. Kral çok utanmış haldeydi. Ama yine de, "Ne olursa olsun, tüm hazinem bitse bile bir dilenci tarafından alt edilemem. Ben ne ihtişamlı imparatorları yendim" dedi. Ve tüm hazine kayboldu! Söylenti tüm başkentte yayıldı ve neler olduğunu görmek isteyen binlerce insan toplandı. Kralı hiç böyle titrerken, sinir krizleri geçirirken görmemişlerdi.

Sonunda, artık hazinede hiçbir şey kalmadığında ve dilenci tası hâlâ eskisi kadar boş olduğunda, kral dilencinin ayaklarına kapandı ve "Beni affetmek zorundasın, anlayamadım. Bu tür şeyler hakkında hiç düşünmemiştim. Yapabileceğimin en iyisini yaptım ama şimdi artık sana sunabileceğim hiçbir şey yok.

Şayet bana bu dilenci tasının sırrını söylersen beni affetmiş olduğunu düşüneceğim. Garip bir dilenci tası; sadece birkaç elmas onu doldururdu ama benim tüm hazinemi aldı" dedi.
Dilenci kahkaha attı ve "Endişelenmene gerek yok. Bu bir dilenci tası değil. Bir insan kafatası buldum ve o kafatasından da bu dilenci tasını yaptım. O eski alışkanlıklarını unutmamış. Kendi dilenci tasının içine, kendi kafana hiç baktın mı? Ona bir şey ver ve o daha fazlasını ve daha fazlasını ve daha fazlasını isteyecek. O sadece bir tek lisan biliyor, 'daha fazla'. O her zaman boş, o her zaman bir dilenci" dedi.

OSHO – Olgunluk -  kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 30 M: 11 Y: 100 K: 0


26 Ağustos 2013 Pazartesi

Beden İle Zihni Dengelemek

124. Gün (Beden İle Zihni Dengelemek)


Bu hikâyeyi okuduktan sonra yazdığım bu cümlenin ne kadar anlamlı olduğunu bir kez daha düşüneceksiniz.

Akıl plan yapar kader gülermiş.”

Birbirine rakip iki tapınak vardı. Bu tapınakların ustaları -onlar aslında sözde usta olmalılar, gerçek birer rahip olmalılar- birbirine o kadar karşıydı ki, müritlerinden diğer tapınağa bakmamalarını istiyorlardı. Bu iki rahibin de birer çocuk hizmetçisi vardı. Onların bütün işlerini bu hizmetçiler yürütüyordu. İlk tapınağın rahibi, hizmetçisine “Diğerinin hizmetçisi ile asla konuşma, o insanlar tehlikeli.” dedi. Ama çocuklar, çocuktur. Yolda karşılaşmışlar ve ilk tapınağın hizmetçisi diğerine sormuş: “Nereye gidiyorsun?”

Diğeri yanıtlamış: “Rüzgâr beni nereye götürürse.” Tapınakta söylenen büyük Zen hikâyelerini dinlemiş olmalı. “Rüzgâr beni nereye götürürse.” diyor. Harika bir cümle! Saf Tao.
Ancak ilk çocuk çok utanmış, bozulmuştu ve verecek bir yanıt bulamamıştı. Öfkelenmişti ve suçluluk duygusu içindeydi. “Ustam, bu insanlarla konuşmamamı söylemişti. Bu insanlar gerçekten tehlikeli. Bu ne biçim bir yanıt? Beni aşağıladı.”

Ustasına gitmiş ve olanları anlatmış: “Onunla konuştuğum için çok özür dilerim. Haklıymışsınız, o insanlar gerçekten çok garip. Bu ne biçim bir yanıt? Ona nereye gidiyorsun diye sordum. Basit, resmi bir soru. Onun tıpkı benim gibi pazara gittiğini biliyordum. Ama o bana, ‘rüzgar beni nereye götürürse’ dedi.”

Usta konuşmuş: “Seni uyarmıştım ama dinlemedin. Şimdi bak; yarın aynı yerde dur. O geldiği zaman, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sor. Sana, ‘Rüzgâr beni nereye götürürse.’ diyecek. O zaman senin de biraz daha felsefi olman gerekir. Yani, ‘Ayakların yok mu?’ dersin. Çünkü ruh bedensizdir ve rüzgâr ruhu hiçbir yere götüremez. Buna ne dersin?” demiş.

Çocuk tamamen hazır olmak istiyordu. Bütün gece mizanseni kafasında tekrarladı. Ertesi sabah erkenden oraya gitti ve o noktada beklemeye başladı. Diğer çocuk tam vaktinde geldi. Çok mutluydu. Şimdi ona gerçek felsefenin ne olduğunu gösterecekti: “Nereye gidiyorsun?” diye sordu ve bekledi.

Ancak diğer oğlan: “Pazardan taze sebze alacağım” dedi.

Şimdi öğrendiği o felsefeyi ne yapacaktı?

Hayat böyledir. Onun için hazırlık yapamazsın. Onu hazır bir şekilde bekleyemezsin: güzelliği bu, anlamı bu. Seni her zaman şaşırtıyor ve sürprizlerle geliyor. Eğer gözlerin varsa, her anın sürprizle dolu olduğunu ve hiçbir önceden hazırlanmış yanıtın uygulanabilir olmadığını görürsün
.

OSHO – Beden İle Zihni Dengelemek – Kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 33 M: 0 Y: 50 K: 0


25 Ağustos 2013 Pazar

Başka ?

123. Gün (Başka ?)


Bu hikâyeyi ilk okuduğumda o kadar etkilenmiştim ki… Birden aklıma geldi ve sizinle paylaşmak istedim. Herhangi bir konuda farkındalık yaşarsak bir daha asla eski biz olamıyoruz. Bunca okuduğumuz sözler, cümleler, olaylar mutlaka belirgin bir değişim yaşamamızı sağlıyor.

İnsan yetiştirdiğim için doğal olarak insan davranışlarını gözlemlemeyi seviyorum. Sınıfta bir öğrencinin sergilediği herhangi bir çiğ davranış ya da karakterine bağlantılı olarak sarf ettiği bir çiğ söz, yıllar sonra bir yetişkin olduğunda ona nasıl bedeller ödeteceğini görmemi sağlıyor.

Bazı sınıflarda öğrencilerimle bunu bir oyuna çevirdik. Özellikle gerçeklerle yüzleşmeyi başarabilen çocuklarım benden onları 20 yıl sonra şu anki hangi davranışının nasıl bir bedel ödeteceğini söylememi isterler.

Ben de asla yalan söylemeden belki de biraz acımasızca, farkına varmadığı durumda ilerde bu davranışın nasıl bir bedel ödeteceğini söylerim. Oldukça şaşırdıklarını söyleyebilirim. Gençler bir kitap gibi açık otururlar sıralarda. Her davranışları erişkin olduklarındaki davranışların altyapılarını oluşturur. Bu yüzden de erişkin insanlarla karşılaştığımda da sergiledikleri her davranışın alt yazısını okuyabiliyorum. Oldukça yorucu bir durum olduğunu belirtmeliyim. Kırklarına gelip hala yalan söyleyen insanların varlığına şahit olmak oldukça üzücü bir durum…

İşte bu yüzden yaşadığımız her anın bize öğretebileceklerinin farkına varmamız lazım… Ve bu farkındalığı yaşadığımızda da bunun gereklerini yerine getirmek zorunda olduğumuzu anlamalıyız. Merdivenin basamaklarını tırmandığımız gibi karakterimizi olgunlaştıracak basamakları da teker teker tırmanmak zorundayız.

İşte hikâye:

Günlerden bir gün: Buddha bir ağacın altında öğrencileriyle oturmaktadır. Bir adam gelir ve yüzüne tükürür. Buddha yüzünü siler ve adama sorar, "Başka? Başka ne söylemek istiyorsun?" Adam şaşırır, çünkü bir insanın yüzüne tükürülünce "Başka?" diye sormasını beklememiştir. Böyle bir deneyimi yoktur. Daha önce insanları hep aşağılamıştır ve onlar da kızarak tepki vermiştir. Ya da korkudan gülümsemiş ve adama yaranmaya çalışmışlardır. Ama Buddha ikisini de yapmamış, ne öfkelenmiş, ne de korkmuştur. Sadece düz bir şekilde "Başka?" diye sormuştur. Tepki vermemiştir.

Ama Buddha' nın öğrencileri öfkelenir, tepki verir. En yakın öğrencisi Ananda der ki: "Bu çok fazla, buna tahammül edemeyiz. Sen öğretine devam et, biz de şu adama bunu yapamayacağını gösterelim. Cezalandırılması gerekiyor. Yoksa herkes aynı şeyi yapmaya başlar."

Buddha konuşur: "Sesini çıkartma. O beni kızdırmadı, ama siz kızdırdınız. O bir yabancı, buralara yeni gelmiş. Benim hakkımda bir şeyler duymuş olmalı; 'bu adam tanrıtanımaz, tehlikeli, insanları yoldan çıkarıp yanıltıyor' gibi şeyler. Benim hakkımda bir fikir edinmiş. O bana tükürmedi, kendi fikrine tükürdü; beni tanımıyor ki, bana nasıl tükürmüş olabilir? Eğer düşünürseniz, o kendi zihnine tükürdü. Ben onun bir parçası değilim ve görüyorum ki bu zavallı adamın söyleyecek başka bir şeyi olmalı. Çünkü bu, bir şey söylemenin bir yolu; tükürmek bir şey söylemenin bir yolu... Bazen dilin yetmediğini hissettiğin anlar olur; derin sevgide, yoğun öfkede, nefrette, duada. Dilin yetmediği yoğun anlar olur. O zaman bir şey yapman gerekir. Derin sevgi duyduğunda, birine sarılırsın; ne yaparsın orada? Bir şey söylersin. Çok öfkelendiğinde birine vurursun, tükürürsün, bir şey söylüyorsundur. Bu adamı anlayabiliyorum. Söyleyecek başka bir şeyi daha olmalı. O yüzden 'Başka?' diye sordum."

Adam daha da çok şaşırır! Ve Buddha öğrencilerine der ki: "Siz beni daha çok kızdırdınız, çünkü siz beni tanıyorsunuz, benimle yıllarca yaşadınız, ama yine de tepki veriyorsunuz."

Şaşıran, kafası karışan adam evine döner. Bütün gece uyuyamaz. Bir buddha gördükten sonra artık eskisi gibi uyumak zordur, mümkün değildir. Bu deneyim tekrar tekrar aklına gelir. Ne olduğunu kendine açıklayamaz. Titreme, terleme nöbetleri geçirir. Böyle bir adama hiç rastlamamıştır; bütün zihni, bütün kalıpları, bütün geçmişi dağılır. 

Ertesi sabah geri döner. Buddha'nın ayaklarına kapanır. Buddha sorar: "Başka? Bu da sözle söylenemeyeni söylemenin başka bir yolu... Ayaklarıma dokunduğun zaman, sözcüklere sığmayan, sıradan dille anlatılamayan bir şey söylüyorsun." Buddha devam eder: "Bak Ananda, bu adam yine burda, bir şey söylüyor. Çok derin duyguları olan bir adam bu."

Adam Buddha'ya bakar: "Dün yaptığım şey için beni affet."

Buddha cevap verir: "Affetmek mi? Ama ben, dün o hareketi yaptığın adam değilim ki. Ganj nehri sürekli akıyor, o hiçbir zaman aynı Ganj değil. Her adam bir nehirdir. Senin tükürdüğün adam artık burada değil; aynı onun gibi görünüyorum, ama aynı değilim, bu yirmidört saatte öyle çok şey oldu ki! Nehirden çok su aktı. O yüzden seni affedemem, çünkü sana kızgın değilim."

"Ve sen de yenilendin. Görüyorum ki sen dün gelen adam değilsin, çünkü o adam kızgındı. O kızgındı, ama sen önümde eğilip ayağıma dokunuyorsun, nasıl aynı adam olabilirsin? Sen o değilsin, o yüzden bunu unutalım. O iki adam; tüküren adam ve tükürülen adam, artık yok. Yakına gel. Başka şeylerden konuşalım."


OSHO' nun "Yakınlık" kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 28 M: 100 Y: 60 K: 0

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Anlat Bana Esir

122. Gün (Anlat Bana Esir)


Onlarca görülmez zincirlerle bağlıyız. Bunun belki farkındayız belki de farkında değiliz. Bu çok anlamlı gelen cümleleri gerçekten düşündüğünüzde görülmez zincirlerimizin farkına varacağımızı düşünüyorum. Çok ama çok beğendiğimi söyleyebilirim.



"Anlat bana esir, seni bağlayan kimdi?" 

Esir, "Efendimdi", dedi. "Servet ve iktidarda dünya yüzünde herkese üstün 
olabileceğimi sandım ve hükümdarıma ait olan paraları kendi hazine odamda 
biriktirdim. Uyku bastırınca, efendime hazırlanan yatağa uzandım; uyanınca 
kendimi kendi hazine odamda mahpus buldum". 

“Söyle bana esir, bu kırılmaz zinciri kim dövdü?" 

Mahpus, "bu zinciri ben kendi ellerimle dövdüm" dedi, "yenilmez kuvvetimin 
bana rahat bir serbestlik vererek, alemi tutsak edebileceğini sandım. 
Böylece muazzam ateşler ve insafsız, sert vuruşlarla bu zincir üzerinde gece 
gündüz çalıştım. Halkalar tamam ve kırılmaz olup nihayet iş bittiğinde, 
kendimi ona sımsıkı bağlı buldum."

Rabindranath Tagore


Renk Kodu: C: 76 M: 0 Y: 100 K: 0


23 Ağustos 2013 Cuma

Son İlkbahar

121. Gün (Son İlkbahar)


Yakınlık başka bir boyuttur. Diğerinin senin içine girmesine izin vermektir, seni senin gördüğün gibi görmesine izin vermek; diğerinin seni senin içinden görmesine izin vermek, bir insanı varlığının en derin noktasına davet etmek. Modern dünyada yakınlık giderek kayboluyor. Sevgililer bile yakın değil. Dostluk sadece bir kelime artık, giderek kayboluyor. Neden? Çünkü paylaşacak bir şey yok. İçindeki yoksulluğu kim göstermek ister? İnsanlar rol yapma derdinde: "Ben varlıklıyım, ben oraya ulaştım, ne yaptığımı biliyorum, nereye gittiğimi biliyorum." 

Eğer sen yakın olmaya hazırsan, karşındakinin yakın olmasına da yol açabilirsin. Senin açıklığın, onun açık olmasını kolaylaştırır. Senin içtenliğin, onun içtenliğine, masumluğuna, güvenine, sevgisine, açıklığına izin verir.
Sen olmasan, bu evrenin şiirinde, güzelliğinde bir şeyler eksik kalır. Bir şarkı, bir nota eksik kalır, bir boşluk olur; hiç kimse sana bunu söylemedi...

OSHO
(Yakınlık Kitabından)

Ve bu güzelim yazıya ek olarak ancak bu şiir yakışır diye düşünüyorum.


SON İLKBAHAR

Gün sona ermeden önce 
Benim bu arzumu yerine getirmelisin 
Yalnız bir defa için, 
Bahar çiçeklerini 
Beraberce toplamaya gidelim. 
Senin bahçene 
İlkbahar ayları 
Tekrar tekrar gelecekler. 
Yalnız seninle eğlenmek için 
Dua ediyorum. 
Günlerim!
Boşuna geçip gittiler 
Onları ihmal ettim. 
Ansızın bugün 
İkindi aydınlığında 
Gözlerimin 
Seninkilerle buluştukları anda 
Daha fazla zamanın 
Olmadığını anladım. 
Bunun içindir ki 
Bir hasis gibi 
Belki de, 
En son baharımın günlerini 
Büyük bir sabırsızlıkla 
Saymaktayım. 
Ey sevgili!
Korkma! 
Senin çiçekli bahçelerinde 
Uzun zaman duracak değilim 
Ve 
Ne bugünün sonunda 
Ne de veda anında 
Ardıma dönüp bakacağım. 
Onlarda gözyaşı görmeyi bekleyecek 
Gözlerimi seninkilere çevirip 
Bakmayacağım 
Gül sevdiceğim!
Tatlı kahkahalarla gül... 
Ve sonra 
Sincabın ardından 
Onu korkutmak için koş. 
Kulaklarına 
Unutulmuş hatıraları 
Fısıldamayacağım 
Ve seni 
Acele yolunda
Durdurmayacağım.

Rabindranath Tagore

Renk Kodu: C: 0 M: 69 Y: 100 K: 0

22 Ağustos 2013 Perşembe

Yenilgi

120. Gün (Yenilgi

Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim. 
Binlerce yengiden de bana değerli olan sen! 
Dünyadaki tüm parlak başarılardan 
sensin yüreğime yakın olanı! 

Yenilgi, yenilgim, başkaldırım 
ve de benim kendimle tanışmam. 
Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan 
ve solmuş defneler peşinde koşmayan 
biri olduğumun bilincindeyim 
ve sende, yalnızlığımı buldum 
ve de herkesten uzak 
ve de gururlu olmayı. 

Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım 
ve de kalkanım. 
Gözlerinde okudum tahtı arayanın 
kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü. 
Ve bir kimsenin derinliklerindeki 
esasını anlayabilmemiz için 
onun gücünü söndürmemiz gerektiğini. 
Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki, 
bir meyvenin tadına varılabildiğini. 

Yenilgi, yenilgim, 
benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım 
şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın. 
Ve senden başka hiç kimse bana söz etmeyecek 
kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından 
ve de geceleri yanan dağlardan. 
Ve sen, tek başına 
ruhumun sarp ve kayalık 
yollarından tırmanacaksın. 

Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim 
sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz 
ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız 
içimizde ölmekte olanlara 
ve tutunacağız, tüm gücümüzle, 
güneşin karşısında 
ve de tehlikeli olacağız. 


'Deli-' 1918

Halil CİBRAN


Renk Kodu: C: 81 M: 100 Y: 0 K: 13


21 Ağustos 2013 Çarşamba

Deniz Feneri

119. Gün (Deniz Feneri)

Çocukluğumdan beri deniz ve denize ait olan her şey ilgimi çekmiştir. Deniz aşırı yerler, dalgalar, denizde kopan fırtınalar, uçsuz bucaksız sahiller ve elbette ki deniz fenerleri. Bu şiiri çok severim. Hep uzak coğrafyalardaki deniz fenerlerini inceledim. Kendi ülkemdekilerin yerlerini öğrenmeye çalıştım. En yakınımda yer alan fenerleri görmeye gittim. Ben soğuk, karanlık ve dalgalı denizleri severim. Karadeniz gibi… Hele bir de Kuzey Buz Denizi’ni düşününce oldukça heyecanlanırım. Çocukluğumda bir dergi “Okyanus Sesleri” diye bir kaset hediye etmişti. Farklı denizlerdeki sesleri oraların müzikleri eşliğinde seslendirmişlerdi. Karayip Denizi ya da Baltık Denizi gibi ama hiç biri Kuzey Buz Denizi’ndeki dalga ve rüzgâr sesi kadar beni etkilememiştir. Fırtınaya neden olan kuvvetli rüzgârlar eşliğinde dalgaların seslerini dinlemek beni inanılmaz mutlu ediyordu.


Geçen günlerden birinde Bodrum’da Yalıkavak ile Gümüşlük arasında yer alan küçük bir sahilde Güneş’in batışını izlerken sizin için dalgaların yani aslında Ege Denizi’nin sesini kaydettim. Beğeneceğinizi umarım. Gittiğim yerin herhangi bir ismi var mı bilemiyorum ama ben oraya “Dalgalar Koyu” diyorum; çünkü müthiş dalgalı bir yer… Umarım beğenirsiniz. Ve beğendiğim deniz fenerlerini de sizlere sunmaktan mutluluk duyuyorum.
Dalgaların sesleri eşliğinde Bodrum ’a davet ediyorum hepinizi…


Uzanmış koca burun açık denize doğru,
Lacivert ve gri gecenin değerinde.
Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi,
Deniz feneri parlar,
Talihe aldırmadan kayalar üzerinde.

Bulutlar birleşir alaca düzlüklerde,
Çöker uzak limanlardan bir sis.
Bir sıkıntı başlar karanlığında kaderin,
Bildirir, yanınca yanınca,
Ömrün neresindesiniz, aşkın neresindesiniz?

Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında,
Bırak anılar gitsin biraz daha geri.
Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir,
Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl,
Hep bu benekte bu deniz feneri.

Bak deniz savaşlarına, yaşlı korsanlara,
Uçan dalgalara, uyuyan rüzgara bakmış,
Bir tek göz kadar kara ve mavi,
Enginle boş,
Kısmetsiz balıkçılara bakmış.

Saçlarında tuz kokan, ölü kokan bir serinlik,
Yüzünde bir fırtına tadı…
Durursun yorgun, umutsuz,
Birden bir daha yanıp söner, sevinçle titrersin,
Bir şey, belki de yaşaman uzadı.

Yaslıdır dulların ölçülmez özleminde,
Güçlüdür kocaman geceleri taşır.
Delidir, konuşmaz, uyumaz,
Sonrasızlığın iyiliğini bekler, kötü günlerden,
Akıllıdır.

Sarhoş gemilerimiz sallanır sallanır,
Gömülmüş kasırgaların uykusuyla belli,
Kayalar mezarlara benzer enginlerden,
Duyulur sudan göğe kadar,
"Ölüsü kandilli."

Vakit yok olur, zamandan boşalır varlık,
Düşmez burçlardan haber.
Bir uğursuzlukla ağır ve yorgun,
Bütün insanlar bitti sanırsınız,
Deniz feneri gülümser.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Renk Kodu: C: 26 M: 23 Y: 19 K: 0