30 Nisan 2013 Salı

Okuduklarınızı Düşünün


6.     Gün (Okuduklarınızı Düşünün)

Yıllar önce bir haber okumuştum gazetede “Üniversiteli kız tuvalette doğurdu bebeği çöpe attı.” diye. O zaman düşünmüştüm bu insana verilen onca yıllık eğitim de neyi yanlış yapmıştık? Toplumsal baskılar dışında asıl önemli noktayı kaçırmamak lazım. Yaşama saygıyı öğretememiş, cahilliğini alamamıştık.

Cahilliğin ortadan kalkması sadece okumakla giderilmez. Onlarca kitap okuyoruz, film izliyoruz. Eğer bütün bunları gerçekleştirirken edindiğimiz bilgileri sorgulamıyorsak sadece gözlerimiz kelimelerin izinde demektir. Ruhumuza yazıda anlatılanları katmıyoruz demektir.

Sorgulamak gerekir. Neyin nasıl olduğunu sorgulamak… Okuduklarımızı düşünmeliyiz. Okuduklarımızı hayata aktarmalıyız yoksa üzerine bir şey katmadığımız ilkel benliğimizle bu dünyayı anlamamız çok zor. İnsanlara bakın gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine… Onu öldürdü, bunu yaraladı, bunu tecavüz etti diye milyonlarca haber var. 

Sözümü burada kesiyorum. Ve aşağıdaki yazıyı düşünmenizi istiyorum. Düşünme eyleminin sonucunu bana yazın lütfen...

Sizce bu söz üniversiteli kızın bebeğini çöpe atmasını çok net olarak açıklamıyor mu?

RENK KODU: C: 25 M: 40 Y: 9 K: 0                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 

29 Nisan 2013 Pazartesi

Sabah Uyanamayan B Tipi Toplum Üzerine

     5.     Gün ( Sabah Uyanamayan B Toplum Üzerine)

İÇ ZAMANIMI ÖNEMSİYORUM…

Her pazartesi yaşanan şey (aslında her sabah) yine gerçekleşti. Nefret ede ede yataktan çıktım ve hazırlandım. Ben sabah kalkıp apar topar evden çıkan insanlardanım. Başlarda özenmiştim erken kalkıp kahvaltı eden, haberleri dinleyen, belki de sabah kahvesini içip evden çıkan insanlara… Ben bir kere deneyeyim dedim ama durumum daha içler acısı olmuş koltukta uyuya kalmıştım. O günden sonra anladım ki ben o tip insanlardan değilim. Bu yüzden tam bir şok dalgası yaşayıp sokakta servisi beklerken ayılıyorum. Azıcık evde oyalanmaya kalksam asla işe gidemeyecekmişim gibi geliyor. Aranızda mutlaka benim gibi birileri olduğunu biliyorum. Bir keresinde bir yazı okumuştum. Danimarka da benim gibi sabah algısı kapalı olan insanlar bir araya gelmişler. Hatta bir internet sayfaları bile var. İstekleri esnek saatlerde çalışmak yani en verimli saatler de çalışmak. Mesela o zaman ben kesinlikle işe geç gidip geceye kadar çalışan biri olurdum. Danimarka’da bu insanlara B tipi insanlar ya da B- Toplum diyorlar. Hatta Harvard Üniversitesi'nde bu konu ile ilgili araştırmalar yapılıyormuş. Bu grubun adresini paylaşıyorum: http://www.b-society.org/


Saatlerin bu şekilde esnemesi için devlete baskı yapıyorlarmış doğru anımsıyorsam. Bizde kendi ülkemizde bir grup kurup bu insanlara katılalım bence… Sürekli olarak insanlara olayın erken yatan erken kalkar gibi bir durum olmadığını anlatmaktan yoruldum. Ben B tipi insanım bu kadar açık. Biyolojik saatim farklı çalışıyor. Yani İÇ ZAMANIMI önemsiyorum…

Tekleştirme üzerine kurulu bir toplum kurma isteği apaçık ortada…  Farklı bir davranış (toplumsal normlardan uzak) sergilediğinde ( Kime göre farklı değil mi?) hemen dikiliyorlar insanın karşısına. Ben kesinlikle yarasa tipiyim bunu anladım. Evde olduğum zamanlarda hele de ertesi gün tatilse mutlaka geç yatıyorum. O saatteki sessizlik beni mutlu ediyor. Asla çok ışık yakmıyorum. Kırklık bir ampulle yaşıyorum. Mutfağa gittiğimde bile karanlıkta yapabiliyorum işimi. Gündüzleri perdelerim kapalı duruyor. Odanın içini dolduran çiğ güneş ışığı beni yoruyor. Perdeler kapalı iken içerisi daha yumuşak bir aydınlığa sahip… Bir kere bunu anlattım güneş girmeyen eve doktor girmez dediler. Hala anlamıyorlar evime güneş giriyor sadece daha naif ışıkla… Neyse artık anlamalarını beklemiyorum…

Çalışmakla ilgili herhangi bir sorunum yok ama iş erken kalkmak olduğunda zorlanıyorum. Neyse şimdilik yapacak bir şey yok. Çalışmak ve para kazanmak zorundayım. Yoksa bu küçük ama masrafları büyük evimin ayakta kalmasını kim sağlayacak? Herkese yarın iyi mesailer diliyorum.:))

RENK KODU: C: 4 M: 6 Y: 100 K: 0                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  

28 Nisan 2013 Pazar

Sırada AŞK var.



     4.     Gün (Sırada AŞK var.)

Sevgi üzerine çok okudum, çok film izledim ve çok şarkı dinledim. Ben de sevgi yaşadım. Acı çektim, çektiğim acıya dayanamayacağımı sandım. Ağladım hem de hiç dinmeyecekmiş gibi gelen gözyaşları içinde. Sonra ne mi oldu? Dindi. Nasıl mı? Büyüdüğümde…


Büyüdüğümde yani aslında bildiklerim arttığında ve en önemlisi de kendimi tanıdığımda neyin ne olduğunu anlamaya başladım. Neden ağladığı mı neden sustuğu mu öğrendim. Oldukça sancılı geçen uzun yıllardan sonra bunu başardım diyebilirim. Şimdi dönüp geriye baktığımda beni yerden yere vuran duyguların bana kattıklarını görebiliyorum. Ve en önemlisi sevgiye hem yürek hem de düşüncelerimle yaklaştığımda gerçekliğini anladım. Nasıl sevmek sadece tek başına birini sevmek değilse içinde kıskanmayı, ağlamayı, mutluluğu ve en önemlisi özgür bırakmayı barındırıyorsa duyguları da sadece yürekle anlayamazsın.


Yaşadığın her duygunun yüreğinde yaşattıklarını beyninle de anlayacaksın. Mesela acı çekiyorsan acının nedenini bileceksin. Kıskandığın için mi kaybettiğin için mi yetersiz kaldığın ya da fazla geldiğin için mi? Mutlu olduğunda da aynı aydınlanmayı yaşamalısın. Beni sevdiği için mutluyum, beni önemsediği, beni dinlediği ya da beni kalbine koyduğu için mutluyum.

Eğer sevgiye sadece kalbinle yaklaşırsan duygularının nedenini anlayamazsam neye sahip olduğunu da bilemeyeceksin. Çevremize bakalım neden sevdiğini, neden bağlandığını ya da neden ayrıldığını bilmeyen insanlar var. Kızıyor ama bilmiyor, acı çekiyor ama bilmiyor, mutlu ama neden mutlu olduğunu dahi bilmiyor. İşte bu şekilde farkında olmadan, karşındakinin hayatına ne kattığını bilmeden yaşarsan sonunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok…

Ne demiş Mevlana;
Görünürdeki güzelliğe duyulan aşklar, aşk değildir.

İşte o yüzden neden sevdiğini bileceksin. Neden kızdığını bileceksin ve neden acı çektiğini bileceksin. Birini sevmediğin yönleriyle sevmeye başladığında, birini gördüğünün ardındaki güzellikleriyle sevmeye başladığında gerçekten seviyorsun demektir. Ve eklemiş Mevlana “Kalem aşk bahsine gelince aciz…”  Cidden kalemim aciz kaldı. Kalbimde yazacak çok kelime var. Dile gelmek istiyor ama sözcükler yetmiyor. O yüzden şimdilik susuyorum. Yeni kelimeler bulduğumda yeniden yazacağım ama bu sefer AŞK üzerine.

Farkında olarak sevmelere adayın kendinizi. İşte o zaman gerçek mutluluğunuzun da nedenini biliyor olacaksınız. Ve kaybederseniz de neyi kaybettiğinizi anlayacaksınız.
Belki de bu yüzden kaybetmemek için daha çok seveceksiniz…                                                                                                                   

Aşkta buluşmak dileğiyle…



NOT: Şimdi bu yazının ardından bir de bu şarkıyı dinleyin. Yazıyı kaleme alırken tekrar tekrar dinledim çünkü.

http://www.youtube.com/watch?v=49Kh1mS4Fhs&noredirect=1

RENK KODU: C: 12 M: 78 Y: 87 K: 4                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  

27 Nisan 2013 Cumartesi

Ben Köleyim


 3.     Gün ( Ben Köleyim…)

Gerçekten köleliğin kalktığını mı düşünüyorsunuz? 
 Ya sadece şekil değiştirdiyse… 
                                                                                                     

Bir gün bir film izlersin ve gözünün önünde beliren o sahnelerden sonra asla sen filmden önceki sen olamazsın çünkü artık yaşanılanların tanığı olmuşsundur.Bugün biraz gerçeklerden bahsedelim ve siz de gerçekleri izleyin; ama başta bilgilenelim.


Önce KÖLE kelimesinin etimolojisine bakalım. Kök itibariyle Slav ırkından gelen insan demektir.Yunanca “sklabos” kelimesinden gelen  “slave” yani “köle”, Vikinglerin Slavları yakalayıp köle olarak Romalılara satmaları nedeniyle kullanılmıştır. 


Günümüzde kölelik ve köle ticareti yasadışıdır. Büyük ekonomik pazarları ellerinde bulunduran ve bu yüzden de köleliğin şeklini değiştiren, gelişmiş olarak adledilen ülkelere bir bakmak lazım. Gerçekten de kölelik bu ülkelerde yasaklandı mı yoksa şekil mi değiştirdi? Seks işçileri, çok ucuz fiyatlara çalıştırılan insanlar, onlarca kaçak işçi vb… Bunların hepsi köleliğin şekil değiştirmiş hali değil mi?

Özellikle geri kalmış ülkelerden getirilen ya da gelişmiş ülkelerin yoksul mahallelerinden zengin evlere çalışmak için götürülen çocuklar köleliğin ismi değiştirilmiş halidir.İnsanın bir başkasını ezerek hükmetme arzusu olduğu sürece zannedersem özünde kölelik olan ama ismi değiştirilmiş onlarca durumla karşılaşacağız. 

Ve filme gelirsek 2010 İngiltere yapımı, yönetmenliğini Gabriel Range’nin üstlendiği BEN KÖLEYİM ( I am Slave) filmini mutlaka izlemelisiniz. Değişenin ne olup olmadığına bakmalısınız.

Bunu da söylemeden geçemeyeceğim aslında bizler de kapitalist düzenin modern köleleri değil miyiz? Tek eksik olan şey demir prangalarımız.

RENK KODU: 
C: 65 M: 24 Y: 11 K:5                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    

26 Nisan 2013 Cuma

Dünden Farklıyım

2.     Gün (Dünden Farklıyım)

Her güne aynı duygularla uyansaydık ne olurdu acaba? Bazı insanlar hep mutlu olmak istiyor. En ufak bir mutsuzluğu bile dehşet bir korkuyla karşılıyorlar ama bence asıl dehşete düşmeleri gereken noktanın hep mutlu olmak istiyor olmalarından geçtiğini anlamıyorlar. 



Bu kadar korkutucu bir istekle yaşamanın sonuçları da elbette çok ağır olur diye düşünüyorum. Bu arada mutluluk kavramının sınırlarını keskin çizgilerle belirleyen toplumsal istekleri düşününce ürküyorum. Bunu al mutlu ol, bunu ye mutlu ol, bunu giy mutlu ol, buraya git mutlu ol vb... Ve bunları yapmaya çalışan onlarca insan.… Neyse zevkler ve renkler tartışılmaz diyerek bu tehlikeli sulardan çıkayım.


Bir yıllık bu yazı yolculuğumu düşünüyorum da... Bir yanımın heyecanlanırken bir yanımın da biraz endişelendiğini hissettim. Her gün yazmak ağır gelir mi? Sonra da şu düşüncede noktayı koydum. Nasıl konuşmak istemediğimde susuyorsam yazmak istemediğimde de yazmama hakkımı kullanabilirim:)  

Kızılderililere ait bir rahatlama yöntemini yazayım. İnsanın vücudunda biriken sinirin çıktığı iki yer vardır. Biri el diğeri ise ağızdır. (Düşünün sinirlenince elimizi kaldırmamız, ağzımızdan kötü söz çıkması ve dişlerimizi sıkmamız bunun çok açık kanıtlarıdır. Tesbih çekmenin, örgü örmenin, el sanatı ile uğraşmanın insanın sinirlerini yatıştırması da buna bağlı demek ki.)

Neyse Kızılderililer parmaklarını ellerinde tuttukları küçük bir taşa sürerlermiş. Ve yıllarca bu amaçla kullanılan o taşta çukurlaşma olurmuş. Düşünsenize çukurun derinliği ruhunuzdaki sıkıntıyla doğru orantılı. Demek ki bu amaçla kullanılan bir taş edinsem iyi olacak. Bu sayede ruhumdaki sıkıntının boyutunu da öğrenmiş olurum.

Bugün Cuma olduğu ve ruhen kendimi tamamen hafta sonuna hazırladığım için algım da düşük. Bu hafta sonu denize girmeyi planlıyorum. Hayatımda ilk defa bu tarihte denize gireceğim. Geç ısınıp geç soğuyan deniz acaba kış boyunca ne kadar soğudu?  Bir coğrafyacı olarak bunu merak ediyorum. Deniz suyu sıcaklığı hakkında bilgi veririm.

RENK KODU: C: 50 M: 92 Y: 11 K: 21                                                                                                                                                                                             

25 Nisan 2013 Perşembe

Yazmak Zorundayım.

1. Gün ( Yazmak Zorundayım)

Beynim sorun çıkardığı için yazıyorum. O kadar sorun çıkarıyor ki bir şekilde soluk almak istiyor. Kalıplaşmış dünyanın kalıplaşmış davranışlarında sıkıştığından beri bir çıkar yol arıyor. Kendime bir süre tanıdım. Tam bir yıl boyunca yani seneye bugüne gelene kadar günlük yazılar yazacağım. Şu an neler yazacağım konusunda hiçbir fikre sahip değilim. Galiba gün içinde ruhumda yaşanan ve özellikle de kafamı meşgul eden düşünceleri yazarım diye düşünüyorum. Bilinmez değil mi? Belki de öyle bir değişim olacak ki yazmaktan vazgeçeceğim ya da günde birkaç kez yazacağım. Bir bilinmeze doğru yol alıyorum. Bildiğim tek şey ise kafamın içinde bir gülücük oluştuğu. Kendine bir yıl sürecek bir uğraş bulduğu için mutlu galiba…


Her güne içimden geçen sayıları yazarak bir renk vermeyi düşünüyorum. (Laf aramızda InDesign programını öğrenmek için her gece bilgisayar başında saatler geçiriyorum. Profesyonel anlamda bir şey yapamayabilirim ama bazı projelerim var. Bakarsınız bu zaman içinde onlara da değinirim. Bu yüzden renklerin CMYK kodlarını da yazacağım. Bakalım kaç renk süsleyecek üçtüzaltmışbeş günüJ)

Şu an televizyonda kadınlarla ilgili bir belgesel var. Yazıyorum ama kulağımı da söylenenleri dinlemekten alamıyorum. Bekâr bir kadın olarak diyebilirim ki genç yaşlarımda, geleceğimde bu kadar değişik duygular yaşayacağımı düşünmüyordum. Otuzlarıma gelene kadar çektiğim sıkıntıların nedenini bilemiyordum. Düşünür dururdum. Bir şarkıda dendiği gibi “Bildiklerim çektiklerime yetmeyince.” Yaş otuzlara geldiğinde bildikçe neler yaşadığımı anlamaya başlamışım. Şimdi bana yirmilerine geri dön deseler asla dönmem. Aynı ruhsal çalkantıları yaşamak istemem.

Yıllar önce kendimce bir karar aldım. Gerçekten de ruhsal anlamda sıkıştığımda hayatın bana göstereceği yolu kelimelerde bulmaya çalışacağım diye. Bu her şey olabilirdi. Bir film repliği, bir romandan bir cümle ya da bir şarkı sözü vb… Bir yazar bana seslenecek, bir şair birinin bulacağına inandığı kelimeleri düşüncelerinden çıkaracaktı. İşte bu yüzden kelimelerin izini sürüyorum. Ansızın çıktıklarında hayatımın sıkıştığı anı aydınlatacağını biliyorum.

İşte hayatımı aydınlatan en anlamlı cümlelerinden biri “Erdemliydi çünkü sınanmamıştı. BALZAC”.

Bu arada tam bunları yazarken Bosna Savaşını anlatan bir program başladı. Yazmaya bir süre ara verdim ve geri dönüp yeniden yazıyorum. Bosna Savaşı ile ilgili hemen her şey bana acı veriyor. Okuduklarım, izlediklerim, dinlediklerim. Ben o zamanlar lise öğrencisiydim. Bosna ‘da yaşanan katliamlara karşı bir mitinge katılmıştım. Hayatımda ilk defa katledilen insanlar için bağırıyordum. “Yalnız değilsin Bosna” diye; ama yıllar sonra olayların iç yüzünü okuduğumda anladım ki ben ne kadar bağırırsam bağırayım Bosna o gün yalnızdı. O gün bugündür Bosna denince kalbimde akan sular durur. Öldürülen, tecavüze uğrayan, işkence gören onlarca insanın acısını hala yüreğimde yaşıyorum. Savaş altında olan tüm insanlar gibi…

Bugünlük bu kadar yeter galiba. Beynim biraz olsun rahatladı. Sait Faik’in dediği gibi “Yazmasam deli olacaktım.” Galiba ben de delirmemek için yazıyorum. 

RENK KODU: C: 4 M: 14 Y: 44 K: 14